Açlıktan ölmek üzere olan bir kız,
23 Aralık 2025 Salı 00:342025 yılının dondurucu bir Kasım akşamında, yağmur terk edilmiş depo ve sanayi bölgesini, sanki bütün şehri silip süpürmek istermişçesine dövüyordu.
On bir yaşındaki Zeynep Yıldırım, kapüşonunu başına çekmiş, tabanındaki deliklerden su alan spor ayakkabılarıyla uzun yoldan evine doğru yürüyordu.
Bu yolu her zaman seçerdi.
Burada anne babaların SUV’ları yoktu,
servis beklerken yüzünü çeviren sınıf arkadaşları yoktu,
“kimse almaya gelmeyen kız” bakışları yoktu.
Sonra duydu.
Sağanak yağmurun içinden yankılanan iki ince, telaşlı çığlık.
Diğer herkes başını öne eğdi, adımlarını hızlandırdı.
Bir makine olabilirdi.
Bir sokak kedisi.
Durmaya değecek bir şey olmadığına kendilerini inandırdılar.
Zeynep durdu.
Sesi takip ederek, yükselen binaların arasına sıkışmış, loş bir yükleme iskelesine ulaştı.
Orada, oluklu metal levhalara yaslanmış halde, yağmur suyuna ve kana bulanmış bir adam vardı. Üzerinde pahalı olduğu her hâlinden belli bir takım elbise vardı.
Kollarında ise, krem rengi battaniyelere sarılmış, minik yüzleri çığlık atmaktan kıpkırmızı olmuş iki yeni doğmuş ikiz bebek…
Adam ölmek üzereydi.
Zeynep yaklaşınca adamın gözleri aralandı.
“Onları duydun…” dedi hırıltılı bir sesle. Yağmurun gürültüsünde sesi zor seçiliyordu.
Zeynep’in kalbi göğsünden çıkacak gibiydi.
“Çok kötü yaralanmışsınız, amca…”
Adamın dudaklarında zayıf bir tebessüm belirdi.
“Çok…”
Acıyla kıpırdandı; bebekler daha da şiddetli ağladı.
“Üç haftalıklar. Yetişkinlerin yaptığı bu karmaşa için çok küçükler.”
Zeynep, bebeklerin çaresizce sıkılan minik yumruklarına bakarak yavaşça yaklaştı.
“Birini tutabilir miyim?”
Adam onu süzdü —
iki beden büyük, yıpranmış mavi kapüşonlu sweatshirt,
çatlak ekranlı eski bir telefon,
delik deşik spor ayakkabılar…
Acıyla gerilmiş yüzü yumuşadı.
“Bunu soracağını umuyordum.”
Titreyen elleriyle ikizlerden birini ona uzattı.
Sıcaklık…
Ağırlık…
Minik parmakların koluna sıkıca tutunuşu…
Zeynep, daha önce hiçbir şeyin yapamadığı kadar sakinleşti.
Adamın adı Emir Arslan’dı.
Türkiye’nin en büyük teknoloji şirketlerinden birinin kurucusu.
Vizyoner, yenilikçi, milyarlarca liralık servetin sahibi.
Ama Zeynep bunu bilmiyordu.
Onun için Emir Arslan, sadece kanayan bir yabancıydı.
“Onlarla iyi anlaşacağını söylediler,” diye fısıldadı adam.
“Kimse görmediğinde yardım eden… mavi kapüşonlu kız.”
Zeynep’in yanakları kızardı.
Daha önce kaç kez başkalarının düşen alışverişlerini toplamıştı,
kapıları tutmuştu,
sallanan masa ayaklarını düzeltmişti…
Kimsenin fark etmediği küçük şeylerdi bunlar.
Ta ki biri fark edene kadar.
Yıllar önce Emir Arslan, hiç tanışmadığı bir kızı olduğunu öğrenmişti.
Zeynep’in annesi, Zeynep çok küçükken hayatını kaybetmişti.
Emir, geri dönme hakkını önce “hak etmesi” gerektiğine inanarak uzak durmuştu.
Ama uzaktan izlemişti.
Güvenlik kameralarından.
Sessiz raporlardan.
İyi kalpli bir çocuğun, neredeyse hiçbir şeye sahip olmadan kendisini ve büyükannesini nasıl ayakta tuttuğunu görmüştü.
Kan kaybından bilinci gidip gelirken, cebinden gümüş kenarlı bir kart çıkarıp Zeynep’in avucuna sıkıştırdı.
“Gizli hat… Ara.”
“Onlara benimle ve ikizlerle birlikte olduğunu söyle.”
Sonra sesi kısıldı.
“Ve Zeynep… onları yalnız bırakmayacağına söz veren kızla.”
Telefonun şarjı %9’daydı.
Zeynep titreyen parmaklarıyla numarayı çevirdi.
Çalma sesi yoktu.
Sadece bir kadının sakin sesi duyuldu:
“Konum alındı. Orada kal.”
Dakikalar sonra plakasız siyah bir SUV sessizce yanaştı.
Sirensiz sağlık görevlileri Emir’i stabilize etti.
Hepsini, hastaneden çok lüks bir otele benzeyen özel bir kliniğe götürdüler. Devamını okumak için lütfen sonraki sayfaya geçiniz..
Müge Anlı, Sinan’ın mesajlarını utanarak okudu!
Hayırlı Evlat Dedikleri Bu Olsa Gerek :) Annesine vuran adama uçan tekme atan buzağı..










